KAYAN HABERLER

Zakir KAYA : İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler

Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler

Özet
 Değer, ahlâk felsefesinin önemli kavramlarından biridir. Değerlerle ilgisi olmayan hiçbir davranışımız yoktur. Değer nedir? Değerler öznel midir, nesnel mi? Kişide ahlâk düşüncesi ve buna bağlı olarak değer yargısı nasıl oluşur? Ahlâk anlayışlarının farklılığında değer yargılarının ve değerleri algılayış tarzımızın rolü nedir? Keza, bireyin davranışlarındaki tutarsızlıklarda değerler arasındaki çatışmanın etkisi nedir? Bu makalede bir yandan bu sorulara cevap aranmış, bir yandan da ahlâkî gelişimde birbirinin tamamlayıcısı olan bir erdem ayırımı üzerinde durulmuştur: “İnsanî erdemler-İslâmî erdemler” ya da “ahlâkî erdemler-dinî erdemler.”

 : Değer, İnsani erdem,
 İslami erdem Key words : Value, Humanistic virtue, Islamic virtue 52 Değer Nedir? Hangi Tür Değerlerden Söz Edilebilir?

 Bilindiği gibi, değer kavramı, değerlerin yapısı, değerlerin öznelliği ya da nesnelliği... gibi konular ahlâk felsefesinin önemli problemlerindendir. Ahlâk kavramı salt insanî varlık alanına özgü bir kavramdır. Değer kavramı da öyledir. Yapıp-eden bir varlık olarak insanın bütün yapıp-etmeleri mutlaka bir “değer” ile ilgilidir. O halde değer; “insanın yapıp-etmelerini determine eden ilke ya da ilkeler” olarak tanımlanabilir.

“Yapıp-etmelerimizi belirleyen, yöneten, yönlendiren, onların temelinde yatan ilkeler.”

 Bir “değer” ile ilişkili olmayan hiçbir insan davranışı yoktur. Örneğin ben “doğru” olmaya çalışıyorsam, bu, doğruluğu bir “değer” olarak görmemdendir. Doğruluğu bir değer olarak algılamam, beni doğru olmaya zorluyor. Dolayısıyla “doğru” olma çabamdaki temel etken, doğruluğun bende bir “değer” olmasıdır. Keza, namuslu olmaya çalışıyorsam, iyiliksever isem, bu, “namus” ve “iyilik” kavramının benim için birer “değer” olmasındandır. Değer, farklı bir yaklaşımla “kutsallığı olan, kutsallık atfedilen” bir kavram olarak da tanımlanabilir. Doğruluk, namuslu olma, iyilikseverlik... kutsallığı olan, sahip olunduğu takdirde insanı yücelten; bunlara sahip olmayanlarla kıyaslığında kendi varlık alanında ona bir ayrıcalık ve erdem kazandıran ilkelerdir. Başka bir ifadeyle değeri; “değerli olan, insanın değerini koruyan ve ona değer kazandıran şey” olarak tanımlamak da mümkündür. Ahmet Arslan, olgu ile kıyaslandığında değer kavramının anlamının daha belirgin olarak ortaya çıkacağını düşünmüş olacak ki, olgudan hareketle değerin anlamını açıklamaya çalışır. Ona göre olgu;

“realitede meydana gelen ve ölçülebilen bir olay”dır.1 Hatta bunu “realitede meydana gelen ve bizim herhangi bir şekilde, herhangi bir etkimizin, müdâhalemizin olmadığı olay” olarak tanımlamak, kanaatimizce olgunun anlamını biraz daha netleştirir.
Bu durumda olgu, bizim dışımızda meydana gelen ve bizim sadece gözlemlediğimiz ya da bir şekilde muttalî olduğumuz olay ya da olaylardır. Bugün havanın sıcak ya da yağışlı olması bir doğal olgu, İstanbul’un fethi bir tarihsel olgu, bir ressamın yaptığı resim de sanatsal olgudur.
Bugün örneğin havanın ısısının 20 derece olması ya da metrekareye şu kadar kilogram yağmur düşmesi vb. bu olayların olgusal yönü ile ilgili ve herkesin fikir birliği ettiği şeyler iken, bahçesini sulamak isteyen bir bahçıvan için, havanın yağmurlu olması çok “iyi” bir şey olmasına rağmen, çömleklerini kurutmak isteyen bir çömlekçi için “kötü”dür. Keza İstanbul’un fethi Türkler tarafından “iyi” olarak değerlendirilmesine rağmen, Bizans için hiç de 1 Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş, Ankara 1998, s.108. 53 “iyi” olmamıştır. Öte yandan bir ressamın tablosu bana göre “güzel” iken, bir başkasına göre pekâlâ “çirkin” olabilir. İşte değer kavramı, olgusal yönünde herkesin ittifak ettiği olaylara yüklenen farklı anlamlarda, onlara atfedilen önemde karşımıza çıkıyor.2 Bu durumda, bir şeyin iyi ya da kötü olarak nitelendirilmesi onun ahlâkî değerini ifade ederken, güzel ya da çirkin olarak görülmesi estetik değerini ortaya koymaktadır.
 Ancak ahlâk, insanî varlık alanına özgü bir problem olduğu için, ahlâk değerleri insanın yapıp etmelerinde, o yapıp etmelere dair yüklemlerde, nitelemelerde ortaya çıkar. Bu nedenle, Ahmet’in şöyle ya da böyle davranması ile yağmurun yağması öz itibariyle farklı olaylardır.
Biri ahlâkî bir olgu, diğeri doğal olgudur. Ahlâki olgunun iyi ya da kötü olarak nitelendirilmesi, iyilik ya da kötülüğün ahlâkî bir niteleme olmasından dolayı, doğal olguya göre akla daha yatkın ve daha kolay gelmektedir. Burada iyilik ya da kötülük, davranışı dolayısıyla insana yüklenen bir niteliktir. Oysa aynı akıl yürütme ile, doğal olguda iyilik ya da kötülük, sonuç itibariyle bu doğa olayının faili olan Tanrı’ya yüklenmektedir.
 Bu nitelemede de, O’na yüklenen, “kötülük” olduğu zaman, dinî bir duyarlılığa sahip kişinin psikolojisi pek rahat olmamaktadır. Nitekim kötülük problemi ahlâkî olduğu kadar, son dile getirdiğimiz boyutuyla aynı zamanda dinî bir problemdir.
 Elbette bu problemin dini çözümü ya da çözümleri vardır. Ancak o burada konumuz dışında kalmaktadır. Öte yandan bir sanat eserine, örneğin bir resim tablosuna paha biçmek gerektiği zaman, biri onu çok güzel ve değerli bulduğu için farazâ on milyar verirken, bir başkası beş milyar, başka biri de bir milyar vermektedir. Hatta başka biri onu “değersiz” bulduğu için hiçbir değer biçmemektedir. İşte bu belirtilen miktarlar o sanat eserinin farklı kişiler nezdindeki ekonomik değerini ifade etmektedir. Yine örneğin bir dinî musikînin, dinleyende uyandırdığı dinî coşku ve heyecanın da onun dinî değerini ifade ettiğini söyleyebiliriz. O halde ahlâkî, dinî, estetik ve ekonomik değerlerden söz edebiliriz. Hatta bunlara ilaveten ilmî, siyasî ve sosyal değerlerden bahsetmek mümkündür. Ancak bu değerlerden her birinin alanını, diğerlerinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Başka bir ifadeyle, örneğin “ahlâkî değerler, insanın değerler sisteminde apayrı bir bölüm teşkil etmez. Başka cinsten -meselâ ilmî, siyasî- değerler, ahlâk değerleriyle sıkı bir ilişki halindedir ve bunlar pekâlâ birer ahlâkî değer görünümü alabilirler.”3 Dolayısıyla “şunlar dinî, şunlar ahlâkî, şunlar da ilmî... değerlerdir” diyerek, değerleri kesin bir kategorik tasnife tâbi tutamayız.
 Değerler çoğu zaman girift bir durumdadır.

 2  Aynı eser, s: 108-109. 3 Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul 1995, s:42. 54 “Ahlâkî” diye nitelediğimiz herhangi bir değer, aynı zamanda dinî, siyasî, sosyal... bir değer görünümü de arzedebilir. Örneğin, başkalarının görüşlerine saygı duymak, hem ilmin, hem de ahlâkın gereğidir.
Öte yandan aynı saygı, hem siyasî, hem de sosyal bir değer olarak pekâla görülebilir. Keza, çalışmanın, hem dinî, hem ahlâkî, hem de ilmî bir değer olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Değerlerin Öznelliği-Nesnelliği Felsefî antropolojide bilme, yapıp etme, tavır koyma, inanma, ideleştirme vb. nitelikler yanında bir “değerler dünyasına sahip olma” da insanın varlık şartları arasında yer alır.4 Bu, hangi dönem insanına bakarsak bakalım, onun mutlaka bir değerler dünyasının olduğunun, dolayısıyla insanın bütün yapıp etmelerini bu değerlerin determine ettiğinin ifadesidir.
Ve bu, insana özgü olan, insanı insan yapan niteliklerden biridir. O halde birtakım değerlerin mevcudiyetinde ve bunların insan davranışlarındaki belirleyici rolünde felsefî anlamda bir problem yoktur. Problem, bu değerlerin yapısında, onların öznel mi, yoksa nesnel mi olduğu konusundadır. Tartışma bu noktada yoğunlaşmaktadır. Sokrates, doğruluk, adalet, cesaret, cömertlik vb. değerler hakkında insanlar arasında bir görüş birliği olduğuna inanıyordu.
 Bu tür kavramlar ya da değerler hakkında insanlar başta farklı şeyler dile getirseler de, Sokratik yöntemle bu kavramlar sorgulandığında, onların benzer, hatta aynı şeyleri dile getirdikleri anlaşılacaktır. Ona göre, örneğin adalet diye, doğruluk diye bir şey vardır ve bunlar, insanların duygu ve eğilimlerinden bağımsız olarak ne ise, o olarak vardır. Başta farklı düşünseler bile, planlı bir soruşturma sonucunda birçok kişi aynı görüşü ifade edecektir.
Dolayısıyla değerler, Sokrates’e göre nesnel bir varlığa sahiptir. Platon da aynı düşünceyi daha büyük bir kararlılıkla ve daha net olarak ortaya koyar. Ona göre değerler herhangi bir kimsenin kanısından ve eğiliminden bağımsız, mutlak olarak mevcuttur.
 Mutlak anlamda doğru ya da yanlıştır. Bir ahlâkî yargı, örneğin “adam öldürmek kötüdür” yargısı, “iki kere ikinin dört ettiği” kadar kesin ve nesnel bir yargıdır. Çünkü bu tür yargıların konusunu oluşturan gerçekler, nesnel gerçeklerdir. Hatta Platon ahlâkî değerlerin, ahlâk standartlarının Dinden bile önce geldiğini söyleyecek kadar ileri gider:
 İyi olan ve iyilik, ona göre dinden’dan önce gelir.
Bir şey Tanrı onu istediği için iyi değildir. Tersine, o iyi olduğu için Tanrı tarafından istenir.5 Bazı filozoflar ise, ahlâkî değerlerin, ahlâkî doğruların toplumdan topluma, çağdan çağa, hatta kuşaktan kuşağa değiştiği 4 Takiyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, İstanbul 1988, s.13, 97-109. 5  Ahmet Arslan, age, s.110. 55 kanaatindedir. Pascal’ın dediği gibi “Pirenelerin öbür yanında (İspanya’da) doğru olan, bu yanında (Fransa’da) yanlıştır.” Dolayısıyla değerler özneldir; kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmektedir. Örneğin çoğu erkek, kadınların takı takma merakını değersiz bulurken, çoğu kadın da erkeklerin hızlı araba sürme tutkusunu anlamsız bulmaktadır. Üçüncü bir görüşe göre ise değerler, ne salt olarak nesnelerin ya da olayların bir özelliğidir, ne de salt anlamda insanlar tarafından üretilmiştir. Bu durumda, değerli bir şeyin hem nesnel, hem de öznel bir yanı vardır. Örneğin altın, değerli bir madendir. Ancak altın, özü gereği değerli bir madendir. Değeri ona bizim tarafımızdan yüklenmiş değildir. Bu, onun değerinin nesnel yanıdır. Ancak altın, başka varlıklar için değil, bizim için, insan için değerlidir. Onu değerli gören biziz. Bu da onun değerinin öznel yanıdır. Keza süt özü gereği yararlı, değerli bir besindir. Ancak süt bizim için değerlidir.6 İslâm teolojisinde de; “bir şey dinî ve ahlâkî anlamda bizatihî iyi, güzel ve değerli olduğu için mi emredilmiştir? Yani iyi, güzel ve değerli olma onun nesnel niteliği midir? Yoksa Allah onu emrettiği için mi o şey iyidir, güzeldir? Yani iyilik ve güzellik öznel midir?” sorusunun cevabı “hüsün-kubuh, hayır-şer problemi” başlığı altında incelenmiştir. Kelâmda da bazı mezhepler değerlere nesnel bir nitelik yüklerken, bazıları ise onların öznelliğini ifade etmişlerdir; Eş’arîlere ve Cebriyye’ye göre, fiiller özü gereği iyilik ve kötülük özelliğine sahip değildir. İyilik ve güzellik ancak din geldikten sonra söz konusu olabilir. Bu nedenle fiiller iyi oldukları için emredilmiş değil, emredildikleri için iyi ve güzel özelliğini kazanmışlardır. Emredilen şeyler, Allah emrettiği için iyi ve güzel, yasaklanan şeyler de Allah yasakladığı için kötü ve çirkindir. Maturidîlere ve Mutezileye göre ise, fiillerin iyi ya da kötü olarak nitelendirilmeleri özleri gereğidir. Dolayısıyla iyilik ve kötülük nesneldir. Akıl birçok fiilin iyi ya da çirkinliğini din gelmeden de bilebilir. Allah, özü gereği iyi oldukları için birtakım fiilleri emretmiş, kötü oldukları için de yasaklamıştır. Dolayısıyla bir fiilin iyiliği, onun emredilmesinin, kötülüğü de yasaklanmasının nedenidir.7 Ahlâkî Tavırdaki Değişkenlik ve Değer Yargılarının Oluşması Aristoteles, Nikomakhos’a Ethik’in II. Kitabında erdemleri; a) Düşünce erdemi, b) Karakter erdemi olmak üzere ikiye ayırır. Düşünce erdemi ona göre daha çok eğitimle oluşur ve gelişir,

 bundan 6 Aynı eser, kaynaklar :

s.112. 7 Bkz. Taftazanî,Şerhu’l-Akaid Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Hazırlayan: Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, s.204-209 ; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm (Hazırlayan: Sabri Hizmetli), Ankara 1981, s.335 vd. ; A.Saim Kılavuz, İslâm Akaidi ve Kelâma Giriş, İstanbul 1987, s.123-124.

Hiç yorum yok

bizleri takip ettiğiniz için teşekkür ederiz