Zakir KAYA: 18 Mart Çanakkale Zaferinin Tarihteki ve Ulusal Yaşantımızdaki Yeri
3 KASIM 1914 – 18 MART 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda
cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla GELİBOLU yarımadasında
25 NİSAN 1915-8/9 OCAK 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları
Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.
ÇANAKKALE’nin deniz ve kara savaşları; Türk Ulusal tarihinin
1800’lü yıllarının hemen çoğunluğunda görülen yenilgilerden sonra askeri ve
siyasal varlığını bir kez daha kanıtladığı savaşlardır.
Harp tarihine bakıldığında askeri zaferlerin daima taarruzi bir harekatın sonunda
kazanıldığı görülür. Çanakkale savaşları ise savunan orduların taarruz
edenleri yenilgiye uğratmış olduğu, hemen tek örnektir.
ÇANAKKALE SAVUNMASI : Öz yurdunu korumak için şahlanan yaralı bir
ulusun, sayı ve maddi açılardan üstünlüğü tartışılmaz olan düşmanlarını
yenerek, onları felce uğrattığı bir savaştır. Bu durumuyla dünya harp tarihlerine
geçmiş ve Türk tarihine de altın harflerle yazılıp Türk’ün kahramanlık ve
şeref abidesi olmuştur.
Bu zaferler, büyük Türk Ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir.
Mustafa Kemal’in Anafartalarda parlayan yıldızını 18 MART’ın şafağı
aydınlatmış, bu zafer, Türk’e, öz benliğini ulusal kimliğini bulma yolunu
göstermiş, Türk bağımsızlık savaşının temelleri ÇANAKKALE’nin
sularında ve Conk Bayırı’nda atılmıştır.
18 MART Çanakkale Zaferi, Anafartalar yangınının bir kıvılcımıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe geçen ilk kahramanlığı 18 MART’ın
beşiğinde doğmuş; bu şahsiyet, Sakaryalarda şahlanmış, Dumlupınar’da
Türk’ün kaderini değiştirmiş 9 EYLÜL 1922’de Ulusumuzu dünya
uluslararasındaki şerefli mevkiye yükseltecek son zaferi kazanmıştır.
Bu olayların moral dayanağım kuşkusuz ÇANAKKALE’ler oluşturmuştur.
Çanakkale savaşları ve kazanılan zaferler; Türk kurtuluş ve bağımsızlık
savaşına maya çalmış; ulusal bilinci ve ulusal ruhu yeniden ateşlemiş ve
Türklük, tarihteki şanlı ve seçkin yerini böylece almıştır. İstiklal
Savaşımızın temelinde böylesine muhteşem zaferler bulunmasaydı,
19 MAYIS 1919’un ufkunda Mustafa Kemal Paşa belki gene doğabilirdi ama
ulus; onu Anafartalar Kahramanı,
İstanbul’a düşmanın girmesini önleyen komutan olarak ÇANAKKALE’den
tanımasaydı acaba etrafında toplanıp kısa sürede kenetlenmesi o kadar kolay
olabilir miydi.
Bu bakımdan ÇANAKKALE; Türk ulusal tarihinin akışı içinde çok önemli bir
yere sahip olmakla beraber,
Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden biçimlenen Dünya ve bu dünyada ki
siyasal rejim sistemlerinin yeniden şekillenmesi; siyasal sınırların yeniden
çizilmesi ve dönemin üç büyük imparatorluğunun (Avusturya-Macaristan,
Osmanlı ve Rus Çarlık İmparatorlukları) yıkılarak yeni yeni ulusal devletlerin
tarih sahnesine çıkışı ile de bu zaferin yakın ilişkisi vardır. Şunu da
belirtmeliyim ki, bu zaferler Rus Çarlığı’nın yıkılmasına neden olduğu
için yukarıda sıraladığımız etkileri göstermiştir. Eğer Çanakkale’de kazanılan
Zaferler, Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde de devam etse idi ve
Almanya ile birlikte ya da sadece Osmanlı imparatorluğu olarak savaştan
galip çıksaydık, Dünya’nın rengi, şekli ve siyasi sının, kuşkusuz daha başka
olurdu.
Çanakkale Savaşları; Balkan Harbi’nin bütün Türk Ulusu’nun ruhunda ve
benliğinde açtığı derin yaranın ve utanç duygusunun kesin şekilde tedavisini
sağlamış, en önemlisi de yukarıda değindiğim gibi Atatürk’ün
Türk Ulusu ile birlikte bütün bir.cihan tarafından tanınmasını sağlamıştır.
Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşımızdaki muzaffer kılıcının çeliğine su veren
ÇANAKKALE Savaşları olmuştur. Şurası da bir gerçektir ki Çanakkale’de
devam eden deniz ve Kara harekât ve savaşlarını birbirinden ayırarak
incelemek doğru olamaz. Bu her iki savaş bir biriyle iç içedir ve
biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Bu husus gözden uzak tutulmamalıdır.
Rus Çarı II. Nikola’nın 1815 tarihinde “Hasta Adam” ismini
taktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun müzminleşen hastalığına daha 1906
yılında ilk isabetli tanıyı koyan Yzb. Mustafa Kemal, Ulusu’nun asıl cevherini;
1915’de Conk Bayırı’nın, Anafartalar’ın ve An Burnu’nun kan ve can
pazarında çok yakından tanımak fırsatını bulmuştur. M. Kemal,
Ulusuyla kan deryası içerisindeki ÇANAKKALE’de bu derece yakından
tanışmamış olmasaydı Birinci Dünya Savaşı sonunda maddi ve moral
gücünü hemen hemen tümden yitirmiş bir milletin başına geçip İstiklal
Savaşımızı zaferle noktalayacağına acaba kesin inanç duyabilir miydi?
Bu nedenledir ki 18 MART’ı izleyen Çanakkale’deki kara savaşlarında
kazandığı zaferiyle Türk Ulusu’nun 5000 yıllık tarih sahnesinden silinip
gidemeyeceğini kendisi de şahsen idrak etmiş ve bunu bütün dünyaya İstiklal
Savaşı’yla da kanıtlamıştır.
Daha sonra ki yıllarda inandığı ve güvendiği ulusunun baş komutanı
olarak Türklüğün yaşam kudretini bir barış çelengi olarak kılıcının ucunda
Ege’nin sularına bırakmaya muvaffak olmuştur.
Bu tarihi nedenlerle 18 MART’ı anlatırken:
– Tarih bilen Yb. Mustafa Kemal,
– Çarlığın yıkılışını hazırlayan Alb. Mustafa Kemal,
– Tarih yapan Mustafa Kemal,
– Tarih yazan Mareşal Mustafa Kemal,
– Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ten söz etmezsek,
genel tarih içerisinde 18 MART ve Çanakkale Zaferlerinin; Bir ulusun, sadece
kahramanlık hikayesinden öte hiç bir önemi kalmayacaktır.
18 MART Zaferi, düşman donanmalarının 1915 yılı başlarında İstanbul’a
girmelerini ye İmparatorluğun daha o yıl içinde çökertilmesini önleyen çok
büyük ve tarihi bir zaferin ilk raundu olmuştur.
ÇANAKKALE’nin kara savaşlarında kazanılan zafer ise Osmanlı İmparatorluğu’nu
n 30 EKİM 1918 MONDROS ateşkesine kadar ayakta kalmasını sağlayan ve
Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden olarak dünya
tarihini etkileyen İkinci raundunu teşkil etmiştir.
Eğer ÇANAKKALE’deki zaferler kazanılmasaydı,
Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, Birinci Dünya Savaşı’nın
hemen birinci yılı sonunda İTİLAF Devletlerince işgal edilmiş, böylece
Rus Çarlığı, müttefiklerinin yardımlarına en kısa yoldan kavuşmuş olacak ve
Almanya’nın yenilgisi daha da çabuklaşarak Rusya’da 1917 BOLŞEVİK ihtilali
muhtemelen gerçekleşmeyecekti.
18 MART’ın ve onu izleyen ÇANAKKALE kara savaşlarının zaferleri, ulusal
tarihimizi ve dünya tarihini etkileyen önemi ve rolü bu noktalarda toplanmaktadır.
Bu savaşları yürüten bütün Türk Komutanları kahraman erleriyle omuz omuza
çarpışırken, hiç kuşkusuz Murad-ı Hüdavendigârları, Hacı îl Beyleri,
Lala Şahin ve Timurtaş Paşaları ve Evranos Beylerin ruhlarını kendi
yanı başlarında duyarak savaşmışlardır.
Savaşırken tarihini düşünen, tarihini düşünürken savaşan Türk Ordusu ve
onun seçkin komutanları; ÇANAKKALE Boğazı’nı kırık bir salla geçip
Türk Sancağını ilk kez bu topraklara 1356 yılında diken Gazi Süleyman
Paşa’nın ilk ayak bastığı NAMAZTEPE’den kendilerini seyrettiğini görür gibi
duyarlardı.
Bir tek güne sığdırıldığı halde yüzyıllara hükmeden zaferlere ancak
Türk Harp tarihlerinde rastlanabilir. İşte 18 MART Zaferi de yüzlerce yıldan
beri Türk tarihinde gördüğümüz, MALAZGİRT, OTLUKBELİ, NİĞBOLU,
MOHAÇ, KO-SOVA-RİDANİYE, ÇALDIRAN, PREVEZE ve nihayet
DUMLUPINAR gibi meydan savaşlarında kazınılan Türk zaferlerinden birisidir
ve bu zaferin kazanılması 20. Yüzyılın tüm siyasal olaylarına yön vermiştir.
18 MART ÖNCESİ DÜNYA OLAYLARI
1914 yılında SARAYBOSNA’da çakan bir kıvılcım, kısa sürede bütün dünyayı
kan ve ateşe boğmuş, çıkarları ve yararlan birbirine zıt düşen
Avrupa Devletleri iki bloka ayrılmış, bir yanda İNGİLTERE ve FRANSA ile
ona katılanlara “İTİLAF DEVLETLERİ” denilmiş, diğer yanda bir araya gelen
ALMANYA ve AVUSTURYA ve OSMANLI DEVLETLERİNDEN oluşan gruba
da “İTTİFAK DEVLETLERİ” ismi verilmiş ve bu iki tarafa, savaşın gelişmesine
paralel olarak daha bir çok devletler katılmak suretiyle başlayan savaş,
dünyanın dört bucağına yayılmış, bu nedenle de savaşın ismine “Birinci
Dünya Harbi” denilmiştir’.
Birbirlerinin gırtlağına sarılan bu iki tarafın bütün olarak ve yetenekleriyle
giriştikleri çatışmalara din, dil, renk ve milliyetleri birbirine uymayan
milyonlarca insan da katılmış ve bu iki büyük blokun başını çekenlerin
çıkarları uğruna dört yıl süre ile kıyasıya çarpışmışlardır.
Bu büyük savaşta toplam 658 adet tümen savaş alanlarına sürülmüş,
65 Milyon kişi silah altına alınmıştır. Toplam zayiat yaklaşık
9-10 milyona varmış, milyonlarca halk göçebe durumuna düşürülmüştür.
Osmanlı Devleti’nin Durumu:
Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Osmanlı Hükümeti ard ardına girdiği,
her birinde zararla, toprak kaybı ve yenilgilerle çıktığı savaşların
yorgunluğunu henüz gidermek ve ordusunu yeniden organize etmekle
meşguldü. Bu iş için de Almanya’dan bir askeri yardım heyeti çağrılmış,
Savaşa katılmak istemeyen Osmanlı Hükümeti tarafsız kalmaya karar vermişti
. Ne var ki, İstanbul’daki Alman Sefareti ile Alman Askeri Misyonu,
Türkleri kendi saflarında savaşa sokmak için var güçleriyle çalışıyorlardı.
İTİLAF Devletleri ise müttefikleri olan Ruslarla karşılıklı yardımlaşabilmek,
ve Rusya’nın ihtiyaç duyduğu lojistik desteği onlara ulaştırabilmek için
Türk Boğazlarına gereksinim duyuyorlardı. Bunun için de ÇANAKKALE
ve İSTANBUL Boğazlarının kendi kontrollerinde bulunması gerekmekte idi.
Kuşkusuz bunun en uygun çözümü Osmanlıları kendi ittifaklarına almaktı.
Ama daha önce Avrupa devletleri arasında yapılan çeşitli konferanslar
ve kongrelerle İstanbul Boğazı’nın Rus Çarlığına bırakılması konusunda
sözler verilmişti. Ayrıca Çar II. NİKOLA’nın isimlendirdiği “BOĞAZIN HASTA
ADAMI” ölmek üzereydi ve Düveli Muazzama (Büyük Devletler)
Osmanlı mirasını paylaşmaya kararlıydılar. Bunun için de daha 1815 Viyana
Kongresinde “Şark Meselesi” ortaya atılmıştır. Bu mesele,
Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılarak Avrupa’dan, Balkanlar’dan atılıp
Anadolu’ya tıkılması ve ilk fırsatta da buradan sürülüp atılmasını öngören
politikanın kısa adı idi. Bu nedenle Şark Meselesi Osmanlı’yı kendi
ittifaklarının dışında tutmalarını gerekli kılıyordu.
Osmanlı yöneticileri, Rus Çar’ı Deli Petro’nun 1725 yılındaki meşhur
vasiyetnamesiyle ortaya koyduğu “Sıcak Denizlere İnme Siyasetini” yakından
biliyorlardı. O dönemde Ruslar henüz Baltık Denizi’ne,
Azak ve Karadeniz’e bile çok uzak iken ortaya attıkları bu siyaset sonrasında
hızlanan Türk-Rus Savaşlarıyla uğradıkları zararları gözde tutan
Osmanlılar, İTİLAF Devletlerinin ya da Rusların kendilerine saldırma
ihtimalini oldukça yüksek görüyorlardı: Bu kuşkular ve bu nedenlerle
Osmanlı Hükümeti, 2 AĞUSTOS 1914 günü silahlı tarafsızlık halinde
bulunmak üzere SEFERBERLİK İLAN ETMİŞTİR. ALMANYA 5 AĞUSTOS
günü savaşa katılmış bulunuyordu.
Dünyanın yoksul ülkeleri, Batı Avrupa Devletleri ile Rusya tarafından
geçen yüzyılda sömürgeleştirilirken Almanya bu yağmadan pay alamamıştır.
Bu nedenle 1900’lü yılların başından beri ALMANYA kıpırdanıp durmaktaydı.
Bu kıpırdanış sırasında dirsekleri, bir yandan Rusya’ya diğer yandan da
FRANSA ve İNGİLTERE’nin böğrüne batıyordu. Yeni hayat sahalarına
kavuşması için bu devletlerle savaşmaktan başka çaresi yoktu o da öyle yaptı
ve savaşın kızgın kazanının altına benzin dökerek içine atladı.
Bu sırada Osmanlılar tarafında bazı olaylar cereyan etmeye başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Hükümeti’nin İngiltere’ye sipariş ettiği
ve yapımları bitmek üzere olan iki savaş gemisine “REŞADİYE ve
SULTAN OSMAN” İNGİLTERE kendi yasaları uyarınca el koymuş gemileri veya paralarını savaş sonrasında verebileceğini Osmanlılara bildirmişti.
Bu sırada 10 Ağustos 1914 günü sabahının saat 07.00’de her halleri ile
helecanlı ve telaşlı oldukları gözlenen iki Alman Kruvazörü
(GOBEN ve BRES-LAU) Akdeniz’de rastladıkları düşman donanmasının
takibinden kaçarak gözleri arkada olduğu halde tam yolla kara
sularımıza girmiş, ÇANAKKALE Boğazı’nın Ege’ye açılan kapısını
sabırsızlıkla çalmaya başlamışlardır. Sığınma talep ediyorlardı. Bu iki geminin
ÇANAKKALE Boğazı’nda beklemekte olduklarını İstanbul’daki bir
Alman subayından öğrenen ve o zamanın tam bir diktatörü sayılan
Enver Paşa kabine arkadaşlarına bile danışmaya gerek görmeden
kısaca “BIRAKIN GİRSİNLER” demiş. Türk’ün civanmertliğine sığınan bu iki
Tanrı misafiri mülteciye bu şekilde müsaade edilmiş ve içeriye alınmışlardır.
Bu iki gemi; hem itilâf devletlerinden gelecek tepkiyi durdurmak, hem de
REŞADİYE ve SULTAN OSMAN zırhlılarının yerine konulmak üzere hemen
ALMANYA’dan satın alınıp, gönderlerine Türk Bayrağı çekilmiş ve bordalarına
da Yavuz ve Midilli isimleri yazılarak Türk Donanması’na katılmıştı.
Ancak bu iki geminin boğazdan içeri girişlerinden hemen dört saat
sonra Çanakkale Boğazı’nın ağzına yanaşan İngiliz zırhlıları,
Alman kruvazörlerinin içeri alınıp alınmadıklarını sormaya başlamışlardır.
Ne var ki, kendisine sığınanı kendinden bir parçaymış gibi kabullenen
Türk’ün onlara memnun olacakları bir cevap vermesi olanaksızdı.
İngilizler çaresiz BOZCAADA açıklarına çekilerek Boğaz’ı gözetlemeye
koyulmuşlardır. İngiltere’nin gasp ettiği iki zırhlımıza karşılık Tanrı
misafiri iki Alman kruvazörünün gelişi Türk Halkı tarafından sevinçle
karşılanmıştır. Yalnız, Hükümet bir hata yapmış bunların ismini
değiştirmekle beraber, personelini olduğu gibi yerlerinde bırakmış,
sadece kıyafetleri değiştirilip mürettebatın başına fes giydirmekle de
yetinilmeyerek Filonun Komutanı Amiral ŞOSON bütün
Türk Donanması’nın da başına getirilmiştir.
İNGİLTERE, kılıfına uydurulan bu satın alma işlemlerini tanımadığını
bildirerek, ÇANAKKALE Boğazı’nı abluka altına almıştır. Buna karşılık
Osmanlı Hükümeti de İtilaf Devletlerinin bütün savaş ve ticaret
gemilerine Boğazlan kapatmıştır. Böylece savaşın kanlı eli
Osmanlı İmparatorluğu’nun kapısındaki tokmağa yapışmış ve ağır ağır çalmaya
başlamıştı.
ALMAN Amirali SASON, hükümeti zorluyor. Karadeniz’e çıkıp donanmaya
tatbikat yaptırmak için ısrarla izin istiyordu. Bunda haksız da sayılmazdı.
Çünkü Alman askeri heyeti Osmanlı Ordusu’nun teşkilatlanmasına ve
eğitilmesine resmen memur edilmişti. Diğer yandan da AĞUSTOS içinde
Almanlar Osmanlı Hükümeti ile gizli bir ittifak anlaşması yapmış olmasına
rağmen Osmanlı Hükümeti yine de savaşa fiilen girmeye hiç de niyetli değildi.
Almanya, iki cephede vuruşmaya mecbur olduğu bu savaşta
İNGİLİZ, FRANSIZ ve RUS cephelerindeki kuvvetlerine düşman
baskısını azaltmak amacıyla bunları Osmanlı cephelerine nasıl
kaydırabileceğinin hesaplarını yapmaktaydı. Osmanlılara Kafkaslar’da,
Balkanlar’da ve Ortadoğu’da yeni yeni cepheler açtırabilirse,
Almanya, düşmanlarım Türklerin üstüne saldırtarak onların baskılarını
hafifletebilirdi. Alman Sefareti ile Türk Ordusundaki bütün
Alman komutanlarının da çabalan bu idi..
Amiral SASON 27 Ekim 1914 günü sadece Enver Paşa’nın bilgisi içinde,
hükümetin izni dışında donanmayı Karadeniz’e çıkardı. Başta Odesa olmak
üzere bir kısım Rus limanlarını bombardıman edip birkaç Rus gemisini de batırdı
.
Bu olay üzerine zaten bahane bekleyen Ruslar hiçbir görüşmeye yanaşmaksızın 1 KASIM 1914 günü Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek orduları ile Doğu Anadolu’da Türk sınırlarını aştılar.
Savaştığımız Cepheler:
Birinci Dünya Savaşı’na bu şekilde katılan Osmanlı Devleti, kendi
ülkesinin 6 ayrı cephesinde (KAFKAS, IRAK, SURİYE, MISIR, HİCAZ,
ÇANAKKALE cephelerinde) hemen hemen aynı zamanda çarpışmış, ayrıca
sınırları dışında da Avusturya’nın GALİÇYA’sında ve Balkanların
MAKEDONYA cephesinde olmak üzere iki ayrı cephede üç Türk kolordusu
ile devletimize hiç bir yararı olmayan ancak Almanların yararına olan
savaşlar yaptık. Osmanlı Devleti, Türk Ulusu’nun ve onun kahraman
askerinin kanını, devletine hiç bir yarar sağlamayan bu sekiz cephede sular gibi
akıtmıştır.
Bu ümitsiz savaşın nasıl bir sonuca varacağını Osmanlı Ordusunda ilk gören
kişi Mustafa Kemal olmuştur. Görüşlerini Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya
çeşitli kez sözlü ve yazılı raporlarıyla bildirmiş olmasına rağmen;
Hırsı, aklına hakim olan Enver Paşa doğruları kavrayamamış ve
kendisine önerilen düşüncelere itibar göstermeyerek sonuçta İmparatorluğun
batmasına sebep olmuştur. Belki de sırf bu nedenle
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna imkan yarattığı için
Enver Paşa’yı hayırla yad etmek gerekir.
1912’de Balkanlar’daki eyaletlerimizin çapulcu komitacıları karşısında
becerisizlik şaheserleri yaratarak, ağır yenilgiye uğrayan Osmanlı Ordusu,
Birinci Dünya Savaşı’nda dostunu, düşmanını şaşkınlığa uğratacak derecede
kahramanca başarılı savaşlar vermiş, ve orduları hemen hiçbir cephede
kesin yenilgiye uğramadıkları halde müttefiklerimizin yenilmesiyle birlikte
MONDROS Ateşkesi’ni kabule mecbur kalınmıştır.
Doğuda Rus taarruzunun başlamasıyla savaşa giren Osmanlı Padişahı
16 KASIM 1914 günü “Cihad-ı mukaddes” ilan etmiş ise de
Osmanlı’nın siyasi sınırları içerisinde ve dışarısındaki Müslüman ülke ve
halklarından destek görülemediği gibi savaşın daha ileri aşamalarında da
düşmanlarımızın saflarında yer alarak; başında İslam’ın halifesi olan
(Halife-i Rey-u Zemin ve Zillullah-ı Fil âlem) yani yeryüzünde
Peygamberin halifesi ve Allah’ın gölgesi denilen Osmanlı Devleti’ne
karşı isyan edip savaşmışlardır.
Asıl konumuz olan 18 Mart ÇANAKKALE Savaşı’ndan önceki olayların çok
kısa bir özetini böylece yaptıktan sonra BOZCAADA açıklarında beklemekte
olan İngiliz ve daha sonra onlara katılan Fransız gemilerinin girişeceği
Boğaz Savaşı’na geçebiliriz.
18 MART ÇANAKKALE SAVAŞINI’NAÇILIŞ NEDENLERİ:
Birinci Dünya Savaşı başladığında ALMANYA, Orta Avrupa’daki
pozisyonuyla İtilaf Devletlerine dahil olan Rusya ile İngiltere ve
Fransa’nın direkt irtibatını kesmiş bulunuyordu. Savaşın başarısı,
İtilaf cephelerinin birbirleriyle etkin bir şekilde yardımlaşmasına bağlı idi.
İtilaf devletlerinin savaşı kısa sürede bitirebilmesi, Rusya’nın da güçlü bir
şekilde Doğu Avrupa Cephesi’nde Almanlara karşı savaşmasıyla
mümkündür. Ancak batının yardımı olmaksızın Rusya bu gücü
gösterememekte idi. Bu durumda Rusya’daki ham maddelerin batıya ve
batının mamul maddelerinin Rusya’ya ulaştırması için çareler aranmalıydı.
Bunun için dört yol vardı.
1 – Baltık Denizi Yolu, Almanların kontrolü altındadır.
2 – Avrupa üzerinden Rusya’ya ulaşmak. Almanlar bu cepheyi tamamen
kapatmaktaydı.
3 – Kuzey Kutup deniz yolu. Kuzey denizi yılın 9-10 ayında buzlarla kaplıdır.
Geçit vermez.
4 – Londra’yı, Odesa’ya bağlayan en yumuşak yol, ÇANAKKALE ve
İSTANBUL Boğazlan yolu görünmekteydi. O halde boğazları zorlayarak
açmak, RUSYA’ya yardımları ulaştırmak için tercih edilmeliydi.
Bu cephenin açılmasına neden olan diğer hususları şöylece sıralamak
mümkündür.
– Türkiye’nin SÜVEYŞ Kanalı ve dolayısla Hint Denizi yolu üzerindeki
baskılarına son vermek.
– Savaşa katılmakta tereddüt gösteren BULGARİSTAN’I, ALMANYA’ya
kaptırmadan İtilaf Devletlerinin yanında savaşa sokmak.
– İSTANBUL’U zapt ederek Müslüman dünyasını etki altına almak ve
Halife’nin ilan ettiği Cihad-ı Mukaddes’i tesirsiz kılarak İslam dayanışmasını
çökertmek.
– Almanların 1915 baharında yapacağını hesapladıkları Büyük Taarruz için,
bu devletin dikkatini ÇANAKKALE’ye çekerek Avrupa cephesinden
buraya kuvvet kaydırmalarını sağlamak.
– Aralık-1914’te Türk Ordularının giriştiği Sarıkamış harekatından, telaşa
kapılan Rus Çan Grandük NİKOLA,. İngiltere’ye başvurarak İtilaf
Devletlerinin hemen Türkiye’ye karşı karadan veya denizden bir cephe
açmalarını istemiştir.
İşte bu gibi düşünceler çerçevesinde İngiliz Harp Kabinesi,
CHURCHİL’in baskısıyla Çanakkale Cephesi’nin açılmasına karar verdi.
Bu karar üzerine MONDROS’ta bulunan İngiltere’nin Akdeniz donanmasının
Baş Komutanı Amiral CARDEN’in düşünceleri soruldu. CARDEN :
“Bir ay içerisinde Marmara Denizi’ne çıkılabileceğini belirterek bu maksatla
hazırladığı dört aşamalı plânını 15 OCAK 1915’te LONDRA’ya gönderdi.
“Harp Kabinesi, Şubat’ta ÇANAKKALE Boğazı’nın denizden zorlanarak
geçilmesine karar verdi ve bu husus Amiral CARDEN’e bildirildi.
Bu karardan Fransızlar da memnun kalmışlardı. İSTANBUL’U tek başına
İngilizlerin ele geçirmesini istemiyorlardı. Bu nedenle kendilerinin de bir filo ile
bu harekata katılacaklarını bildirdiler.
Ruslar ise bu yeni cephenin Çanakkale Boğazı’ndan açılmasına hiç
memnun olmadılar. Çünkü İngiliz ve Fransızların Rusya’dan önce
İstanbul’a girmeleri, Çarlığın bütün Ortadoğu politikalarına ve sıcak
denizlere inme siyasetlerine ters düşmekteydi. Ruslar bu maksatla
Karadeniz kıyılarında hemen bir kuvvet teşkil ederek İstanbul Boğazı’na çıkma
hazırlığına girmişlerdir.
Sonuç olarak Almanların teşvikleriyle Osmanlı Orduları 2 Şubat 1915
tarihinde Sina’yı geçerek Süveyş Kanalı’na taarruza geçti.
Almanların amacı İngiliz kuvvetlerinin Mısır cephesine bağlı kalarak
Avrupa’ya nakledilmesini önlemekti. Yapılan bu Kanal Seferi Osmanlılar için
hezimetle sonuçlanmıştır. İngilizler, bu cephede ferahlayınca Çanakkale’de
kullanılmak üzere buradan bir Kolordu kuvvetlerini tasarruf edebilme imkanına kavuşmuşlardır.
Görülüyor ki Almanların telkiniyle Rusları KAFKASYA’da, İngilizleri
MISIR’da tutmak maksadını güden, SARIKAMIŞ ve KANAL harekâtı
başarısızlığa uğradığı için düşmanlarımız hem Almanya Cephesi’ne ve hem de
Türkiye’nin can evine yönelen (Çanakkale Boğazı’na) yeni yeni kuvvetler
sevk etmeye imkân bulmuştur.
Bu olayların ardından ÇANAKKALE Savaşlarının İtilaf Devletlerince
kaybedilmesi sonucunda Rusya’ya yardım yolunun açılamaması, İtilaf
Devletlerinin Rusya’ya yardımlarını ve takviyelerini mümkün kılmamış ve
yokluk içinde kalan Rusya’da Bolşevik İhtilali çıkmış, Dünya’nın ilk kez
Komünist Rejimiyle tanışmasına sebep olunmuştur. (1917 senesinde
Rus İhtilali sonunda Çarlık; Brest-litovks Andlaşmasıyla EKİM ayında savaştan
çekilmiştir.)
Çanakkale Boğazı’ndaki deniz harekâtını başarıya ulaştıramayan
İngiltere ve Fransa, Mısır’da oluşturmaya başladıkları Anzak
(Avusturalya-Yeni Zelanda) kolordusunu takviye ederek (Birer İngiliz ve
Fransız Tümeni ile) 64 bin kişilik bir kuvvet meydana getirdiler. Kararlan;
Deniz kuvvetlerinin desteğinde karadan taarruzla Gelibolu üzerinden
İstanbul’a ulaşmaktı.
ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN COĞRAFİK MEVKÜ: (KROKİ-1’e bak)
Çanakkale Boğazı; KARADENİZ’İ, İSTANBUL BOĞAZI ile MARMARA üzerinden
EGE’ye ve oradan da açık denizlere bağlayan Türk boğazlarından biri
olup Lapseki-Kumkale arasındaki uzunluğu 52 km. dir. En geniş yeri
Erenköy Körfezi’nde 7.5 km. ve en dar yeri ÇANAKKALE-KİLİTBAHİR arasında
1200 mt.dir.
Çanakkale Boğazı, tarih boyunca Venedikliler, İranlılar, Romalılar,
Bizanslılar, Selçukluların işgallerinde kalmış ve nihayet 1356’da Osmanlılar,
Gazi Süleyman Paşa Komutasındaki “İlk Osmanlı akıncı müfrezesiyle”
Gelibolu’nun kuzeyindeki NAMAZGAH tepeye baskın tarzında çıkarak
Türk Sancağı’nı Avrupa kıtasının bu kenarına dikmişler ve bu tarihten sonra
Osmanlıların Balkan fütuhatları başlamış ve Boğaz günümüze kadar kesintisiz
olarak Türk egemenliğinde kalmıştır.
ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN STRATEJİK VE JEOPOLİTİK ÖNEMİ:
ÇANAKKALE ve İSTANBUL BOĞAZLARI kuşkusuz tek başlarına büe büyük
birer Jeopolitik ve Stratejik önem taşırlar. Ama her iki boğazın tek bir devletin
egemenliğinde bulunmasıyla bu önemleri katbekat artarak olağan üstü bir durum
kazanır.
Bu değerleri ve önemi özetlemek mümkündür.
1 – Karadeniz’e kıyısı olan devletler ile Akdeniz’in kıyı devletleri arasındaki her
türlü ilişkiler (ticari, siyasi, ulaşım, vb.) konularla ilgili faaliyetler için bu her
iki boğaz, hayati önem taşımaktadır. Özellikle bir savaş halinde bu
boğazları elinde bulunduran Türkiye, bu her iki denizin kıyısında
yaşayan devletlerin yukarıda sıraladığımız karşılıklı münasebetlerinde
kesinlikle söz sahibi durumundadır.
2 – Türk Boğazları, Karadeniz’i Akdeniz’e ve dolayısıyla Atlantik
Okyanusu’na bağlayan deniz ulaşımının en önemli iki kilidini oluşturur.
3 – Bu Boğazları elinde bulunduran devlet, Karadeniz kıyı
devletlerinden Rusya’nın, Ukrayna’nın Bulgaristan’ın, Romanya’nın,
Gürcistan’ın Karadeniz’de bulunan donanmalarını Dünya denizlerinden
tecrit eder ve bu ülkelerin Akdeniz’de gösterecekleri bütün etkileri ve
faaliyetleri engeller.
4 – Türk Boğazlarının günümüzde Batı Bloku (NATO) savunma manzumesi
içinde kalması Kafkaslar ve Balkan Devletleri ile Rusya ve Ukrayna’nın
sıcak denizlerle irtibatını keser böylece Baü Bloku Devletlerinin Akdeniz
Harekât alanına ayıracakları deniz kuvvetlerinde tasarruflar sağlar.
5 – Boğazlara egemen olan devlet Ortadoğu petrol alanlarını ve Hint
Okyanusunu Süveyş yoluyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan en ekonomik
deniz yolunu kuzeyden (Karadeniz Devletlerinden) gelecek deniz tehditlerine
karşı korur.
6- Balkanlardan, Anadolu’ya yönelecek askeri bir harekatta Trakya’yla
Anadolu arasında etkin bir savunma hattı oluşturur.
7 – Boğazlardan her hangi birini kaybeden Türkiye’nin genel savunma gücü
sarsıntıya uğrar. İstanbul gibi her yönden çok önemli ve değerli bir şehir ile
birlikte Kocaeli ve Gelibolu Yarımadaları tehlikeye düşer.
8 – Türkiye’nin savunmasıyla Batı Bloku’nun savunması, stratejik anlamda
ve alanda bir bakıma Boğazlardan geçen deniz yolunun kontrolü ile mümkündür
. Türkiye ve Batı (NATO) Bloku, Boğazları savunamadığı takdirde
hasım devletlerin Karadeniz Donanması, Akdeniz’e inerek bu denize kıyısı
olan bütün devletlerin, Ortadoğu ülkeleri ile Kuzey Afrika devletlerini etkisi
altına alabilir. Aksi durumda da hasım Karadeniz devletleri bu imkandan
yoksun kalır.
18 MARTTAN ÖNCE ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA TÜRK SAVUNMA DÜZENİ:
Birinci Dünya Savaşı daha başlamadan önce HAZİRAN-1914’de bir Alman
tahkim heyeti tarafından boğazdaki topçu bataryaları ve tabyalar incelenmiş
ve mevcut 32 batarya 22’ye indirilmiş, ayrıca topların çaplarına ve menzillerine
göre dağılımı ve mevzilendirilmeleri yeniden düzenlenmiş, savunmanın kuvvet
çoğunluğu Boğaz’ın içine ve orta bölgelerine alınmıştır.
Bu sırada Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Alb. Cevat Bey ve Kurmay
Başkanı’da K. Yrb. Selahattin ADİL Bey’dir. Boğazlar Komutanlığına da
Alman Amirali UZEDUM atanmıştır.
Bölgede Almanların 26 Subayı ile 432 Eratı vardır. Bunlardan bir kısmı
Çanakkale’ye gelmiş ve Hamidiye Tabyası’nda görevlendirilmiştir.
Alman Korvet Kaptanı VOSÎTO komutasında bir kara topçuluk kursu
açılmış, eksiklikler tamamlanmış, Alman torpido kaptanının idaresindeki
Alman mayın ekibi de Türk mayıncılarına yardımcı olmuşlardır.
Eğer bu boğaz seri ateşli ve uzun menzilli ağır topçu ve bol mayın ve
deniz altı ağlarıyla daha da pekiştirilebilseydi bu savunma gücü
kuşkusuz çok daha artırılabilecekti. Ancak elde mevcut olanlarla
yetinilmek zorunda kalınmıştır.
Boğaz savunmasını güçlendirmek amacıyla, Mesudiye Zırhlısı’ndan sökülen
ağır toplar, Anadolu kıyısında ki “Mesudiye Tabyası’na” konulmuştur.
Zırhlı ise KEPEZ ile ÇANAKKALE arasında ki SARISIĞLI mevkiine
demirletilmiş ve mayın tarlaları ile belirli bir bölgeyi koruyacak şekilde “
Set Bataryası” olarak kullanılmak üzere KEPEZ ile Dardanos
Bataryalarına yardımla görevlendirilmiştir. Ancak bu zırhlı, savaşın ilk anlarında
torpillenmiş, su bölmeleri de olmadığından yana yatarak batmıştır.
Boğaz’da yerleştirilen topların bir kısmı da Edirne Müstahkem
Mevkii’nden getirilmiştir.
Mayınlama için, Trabzon kıyısındaki Ruslardan kalma mayınlar ve
İzmir sularındaki Fransız ve Balkan Savaşı’ndan kalma Türk mayınlarından
yararlanılmıştır.
Tabyalar, çevreleri taş ve topraktan yapılmış, cephanelikler ve erat
sığınaklarının bir kısmı toprak altına alınmıştır.
Bölgedeki bütün toplar çoğunlukla kısa menzilli ve ağır ateşli toplar idi.
Çanakkale Savaşı’nın savunma tertibatı, Boğaz’ın savunması, 3 bölüm
halinde derinliğe doğru şu şekilde düzenlenmiş idi. (Kroki-2’ye bak)
1 – Dış Savunma Bölgesi: Boğaz’ın Ege tarafındaki giriş yerinde 4 tabyadan
oluşmaktaydı. Bunlar: ORHANİYE-KUMKALE-SETTÜLBAHİR
ve ERTUĞRUL tabyalarından ibaret idi. Buradaki topların sadece 4 adedi
büyük gemilere ateş edecek çap ve menzile sahip olup, seri ateşli idiler.
Bu tabyaların görevi düşman donanmasını Boğaz’a girmeden önce zayiata
uğratmak ve derinlikteki tabyaları ileriden korumaktı.
2 – Orta Savunma Bölgesi: Boğaz’ın içinde KARANLIK LİMAN’dan
(Erenköy önlerinden) Kepez’e kadar olan kısımda önceleri Kepez ve
Dardanos’tan başka tabya yok iken, daha sonra 7 tabya ile takviye edildi.
Bunlar:
– Anadolu kıyısında : KEPEZ, DARDANOS, MESUDİYE ve CEVAT PAŞA
tabyaları.
– Rumeli kıyısında: TANKER, BAYKUŞ, KUMBURNU tabyaları.
Bu her iki kıyı tabyalarında ağır toplar mevzilendirilmişti.
3 – İç Savunma Bölgesi: Bu bölgede 9 tabya vardı.
– Anadolu kıyısında : NARA, MECİDİYE, ÇİMENLİK, ANADOLU HAMİDEYESÎ
-tabyaları.
– Rumeli kıyısında: YILDIZ, DEĞERMENDERE, NAMAZGAH, RUMELİ
HAMÎDÎYESÎ ve MECİDİYE tabyaları.
Bu tabyalarda toplam 59 ağır top vardı. Bunların ancak 8’i büyük çapta ve
seri ateşliydi. Boğaz’ın en çok tahkim edilen ve mayınlarla pekiştirilen
bölgesi burasıdır. Çünkü burası aynı zamanda boğazın daralar yöresidir.
Bu bölgede savunma çökertilirse İstanbul yolu tamamen açılmış olacaktır.
Yukarıda sıraladığımız her üç savunma bölgesinde Oniki’si seri ateşli, toplam
109 adet orta ve ağır top vardı. Ayrıca 48 adet hafif ve orta top daha vardı ki
bu toplardan 63 adedi savaşa girişimizden sonra Almanya’dan getirilmişti.
Diğerleri boğaz tahkimatında mevcut idi.
Boğaz’daki topların tüm mevcudu 170 adedi bulunuyordu. Bunların ancak
8 tanesinin menzili 15 km. ye ulaşmaktaydı. Diğerlerinin menzilleri
7-10 km. arasında değişmekteydi. Savunma hazırlıkları sırasında mayın
hatları takviye edilmiş toplam 407 mayın kullanılmış, bunlarla 10 mayın kuşağı
yapılabilmişti. 8 adet ışıldak bu mayın kuşaklarının aydınlatılmasına
görevlendirilmişti.
7.5’luk bir kısım ALMAN Krup topu uçaksavar olarak hava
taarruzlarına karşı mevzilendirilmişti.
Alman topçu uzmanları topların çoğunu Boğaz girişinde mevzilendirmeyi
düşünüyorlardı. Oysa ki, düşman donanması uzun menzilli toplarıyla kıyıdaki
bu toplarımızın menzili dışında kalarak mevzilerimizi rahat rahat dövebilecekti.
Nitekim öyle de oldu. Türk komutanları topçularımızın çoğunu orta ve
iç savunma bölgelerine yerleştirerek, Boğaz’ın daha etkili ..olarak
savunulmasını sağlamışlardır.
Harekât başladıktan sonra gelişmelere paralel olarak 48 hafif toptan çoğu
, orta savunma bölgesinde set bataryaları olarak görevlendirilmişti.
18 MARTTAN ÖNCE BOĞAZ’A YAPILAN DENİZ TAARRUZLARI:
İlk Deniz Savaşı : (Boğaz’a karşı icra edilen keşif taarruzu şeklinde
yapılmıştır.) 3 KASIM 1914 günü 3 İngiliz Zırhlısı ve 2 Kruvazörü
Rumeli kıyısına karşı ve 2 Fransız Zırhlısı da Anadolu kıyısındaki
Boğaz’ın giriş tabyalarını 20 dk. süre ile ateş tufanına boğmuştur.
Bu bombardımanda dış tabyalarımız büyük bir yıkıntıya uğramış ancak daha
sonra kısa bir sürede Mehmetçiklerimiz tarafından onarılmıştır. Bu kısa savaş,
açık denizlere bakarı dış tabyalara fazla bel bağlamanın doğru olmadığı
düşüncesini kanıtlamıştır.
İtilaf Taarruz Planı: itilaf Devletleri Akdeniz Başkomutanı Amiral CARDEN’in,
15 Ocak 1915 tarihinde yaptığı 4 aşamalı taarruz planına göre boğaz bir ay
içinde geçilmiş olacaktı. Buna göre birinci aşamada dış savunma tabyaları
imha edilerek ortadan kaldırılacak; ikinci aşamada orta savunma tabyaları
ve üçüncü aşamada iç savunma tabyaları yok edilecek; 4’ncü ve son aşmada
ise boğazda arta kalan mayınlar, temizlenecek, boğaz emniyet altına
alınarak Marmara Denizi’ne çıkılacak ve İstanbul’a girilecekti.
Boğazın kara bölgesinde güvenliğini sağlamak üzere MİDİLLİ’de yeterince
kara kuvveti toplanacaktı. Bu plân kağıt üzerinde çok güzel ve uygulanabilir
görülüyordu. Hatta bazı aceleci İtilaf komutanları, Boğaz’ın geçişi için
öngörülen bir aylık süreyi çok uzun bulmaktaydı. Ne var ki
Mehmetçiğin inanç, inat ve cesaretle kenetlenmiş savaş azmi ve
Türk komutanlarının kararlılıklarını kağıt üzerine çizmek mümkün
olmamıştır. Boğaza yapılan bu ilk saldın Türk savunmasını bir yoklama, bir
deneme ve keşif niteliğinde yapılmıştır. O gün geriye çekilen zırhlılar daha
bir çok deneme yapmak üzere saldırılarına devam edeceklerdir.
1915 ŞUBAT AYINDAKİ DENİZ TAARUZLARI:
19 – 25 ŞUBAT SAVAŞLARI:
Yukarıda açıklanan plânın birinci aşamasının uygulanmasına 19 ŞUBAT
günü güzel bir havada başlandı. Bu kez saldırıya tam 9 zırhlı ve
kruvazör katılıyordu. Bunlardan 6’sı İngiliz 3’ü Fransızlara ait idi.
itilaf donanması süzüle süzüle Boğaz’a yaklaşmaya başlamış ve saat tam
09.36’da Boğaz girişindeki tabyalarımızın üzerine ateş kusmaya başlamıştır.
Bu harekât sırasında hava bozmuş, deniz kabarmış ve-sertleşmiş ve bu
nedenle düşman donanması umduğu derecede büyük tahribat yapamamıştı.
Saldırı için hazırlanan bütün düşman gemilerindeki top sayısı (hepside en son
sistem olmak üzere) 247’yi buluyordu. Bunlar, Boğaz girişindeki
tabyalarımızdaki 19 adet topumuzun menzili dışında durarak ağır mermileriyle
mevzilerimizi dövüyordu. Bu durum bir boksörün, kollan bağlı bulunan
hasmıyla dövüşmesine benzemekteydi. Menzilleri yeterli olmadığı için
gereken cevabı veremeyen Türk tabyalarının bu suskunluğundan
cesaretlenerek ileri atılan düşman zırhlılarından bazıları Mehmetçiğin kol
mesafesine girince hak ettiği darbeleri aldı. Hasara uğratılan 3 düşman
zırhlısı çareyi kaçmakta buldu. Ama bunlar bir vuruşta öldürülecek
cinsten değildi. Donanma, geri çekilme karan aldı ve kıyılarımızdan açılarak
açık denizlerin güvenliğine sığınarak havanın yatışmasını beklemeye başladı.
Bu saldırılarla giriş tabyalarımızdan 4’ü (ERTUĞRUL, SETTÜLBAHIR,
KUMKALE ve ORHANÎYE) tahribata uğratılmış, ama toplarımızın tamamı
sus-durulmadığı için 20 ve 25 ŞUBAT 1915 günleri güzel havayı kaçırmak
istemeyen bu deniz ejderlerinin sayısı artırılarak saldırılarını tekrarlamış
ve bu arada KUMKALE ile SETTÜLBAHIR kıyılarına yoğun ateş desteği
altında çıkanları küçük tahrip timleri bu tabyalarımızı işe yaramaz hale
getirmişlerdir.
Düşman saldırı plânının birinci aşaması bu savaştan sonra tamamlanmıştır.
Üç düşman zırhlısının hasara uğratılmasına karşı 19 topumuzu kaybetmişti.
Bu harekâtı Amiral CARDEN’in yardımcısı De ROBECK yönetmekte idi.
Boğaz girişindeki tabyalarımızın artık ateş edemeyecek bir durumda
olduğunu gören De ROBECK mayın tarama gemilerini boğazdan içeriye
5 mil kadar sokmuş ve yaptırdığı keşif sonunda herhangi bir mayına
rastlanmadığı hususunda rapor almıştı. Bu haber Başkomutan Amiral
CARDEN’e hemen ulaştırıldı. Amiral o günkü kazancını başarının bir ölçeği
olarak kabul edip harita üzerinde pergelini açarak İstanbul’a kadar olan
mesafeyi ölçtükten sonra oturduğu koltukta arkasına yaslanarak derin bir
nefes almış, LONDRA’daki Amirallik Dairesi’ne şu mesajı çekmiştir:
“Yaklaşık 14 gün içinde İstanbul’a varmış olacağımızı tahmin etmekteyim.”
Bu rapor güzeldi hoştu ama kıyılan bekleyen Mehmetlerin azim ve cesaretleri
gene hesaba katılmadan yazılmıştı.
18 ŞUBAT taarruzlarında Boğaz girişindeki savunma hattımızı oluşturan
tabyalarımızın düşmesi bazı önemli siyasal sonuçlarda doğurmuştur. Şöyle ki:
Hâlâ tarafsızlığını sürdüren İTALYA, İtilaf Devletlerine daha sıcak
bakmaya başlamış, BULGARİSTAN’ın yüzü, ALMANYA’ya dönük iken bu
durum üzerine çekingen bir hal almıştır.
Rusya, Karadeniz Boğazı’na 40 Bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı önermiştir.
Çünkü daha önce LONDRA’daki patronların hakemliğinde yapılan
“Osmanlının bölüşülme plânında” İSTANBUL ve yöresi Ruslara
bağışlanmıştır. Gerçi o zaman öyle gerekiyordu ama şimdi durum daha
başkaydı. İstanbul ve Çanakkale Boğazlan Hindistan yolunun güvenliği için
İngiltere’nin kontrolünde bulunmalıdır. Diğer yandan da Rusya, şimdi kendi
canının derdine düştüğünden ses çıkaracak hali de kalmamıştır. Ayrıca
İstanbul ve Boğazların Ruslara hediye edilmesi, Fransa’nın Ortadoğu
hegemonyasına ters düşmekteydi. Şu sırada ortaya güzel bir fırsat çıkmıştır
. Voleleri iyi kullanmakta usta olan İngiliz Politikacıları bunu
değerlendirmeliydi. Zaten Avrupa cephesinde Alman baskısına
dayanamayan Rusya’nın imdat diye bağırmaktan sesi kısılmak üzereydi.
Bir taşla iki, hatta üç kuşun vurulacağı çok iyi bir fırsat çıkmıştır.
Bu kaçırılmamalıydı.
Boğazlar aşılmalı, İstanbul’a girilmeli, ve Osmanlı İmparatorluğu’na
böylece diz çöktürüldükten sonra Rusya’nın istediği yardım malzemelerini
bu yoldan göndererek bir yandan dostluk görevi yerine getirilirken diğer
yandan da Alman cephelerinin doğusundan ve batısından taarruza geçilerek
onun da işi bitirilmeliydi.
26 ŞUBAT 1915 SAVAŞI:
Boğaz girişindeki tabyalarımızın susturuluşundan sonra Amiral CARDEN’in
yaptığı plânın ikinci aşamasının uygulanılmasına sıra gelmiştir.
Bu maksatla 26 Şubat sabahı İtilaf donanması, bu kez biraz daha
güçlendirilerek Boğaz’ın “Orta Savunma Bölgesine karşı kesintisiz olarak
8 saat sürdürdüğü bir ateşle saldırıya geçmiştir.
Orta savunma bölgesinin her iki kıyısından Türk savunmasının esasını
gezgin, hafif bataryalar oluşturmaktaydı. Kuşkusuz savunmanın bel kemiğini
her iki kıyıdaki mevcut tabyalarımız teşkil etmekteydi. (Kroki – 2’ye bak)
Gezgin hafif bataryaların çoğu kıyıya bakan ilk sırtların hemen gerisinde
mevzilendirildikleri ve yerlerini de düşman gemilerinin boğazdaki
pozisyonuna göre sık sık değiştirdikleri için, düşman tarafından yerlerinin
saptanması çok zor olmaktaydı. Bu günkü savaşta oldukça fazla
mermi yakılmıştı. Topçularımız çok kısıtlı olan mermilerini büyük bir dikkatle
kullanıyor, üstün disiplini, yüksek eğitimi ile kısıtlı atışlarla düşman
zırhlılarının ensesinde adeta boza pişiriyordu. îtilaf donanması Boğaz’dan
içeriye girdikçe gemilerin güverteleri, nereden geldiği belli olmayan mermi
tarakaları ile inliyor, düşman şaşkınlık içinde kalıp bocalıyordu. Buna rağmen
donanmanın çok üstün ateş gücü karşısında boğazın orta savunma
bölgesi önemli derecede tahribata uğratılmıştı.
Saldın planının ikinci aşamasını teşkil eden bu günkü savaşlarda
îtilaf donanması Boğaz’da şöyle-böyle tutunabilmişti. Sıra artık, planın üçüncü
aşamasını uygulamaya gelmişti. Bu aşamada mayınlar temizlenecek,
iç savunma bölgesindeki tabyalar tahrip edilecek ve MARMARA’ya çıkılacaktı.
Bu amaçla, îtilaf donanması toplayabildiği bütün gücüyle Boğaz’a yüklenecek
ve düşündüğü son darbeyi 18 MART ‘da indirmeyi deneyecektir.
18 MART ÖNCESİ DURUM
26 ŞUBAT’tan bu yana bütün hazırlıklarını bu yönde tamamlamış bulunuyordu.
Bu savaşlara tarihçiler ÇANAKKALE Deniz Savaşları demiştir. Oysa ki mayın
harekatı hariç bu savaşlar baştan sona donanmayla kara topçusu arasında
cereyan etmiştir.
Ayrıca, tarih yazarları bu kadar dar bir su parçası üzerinde; karşısında hiçbir
düşman gemisi bulunmadığı halde böylesine büyük bir donanmanın bu tür bir
savaşa ilk kez katıldığını belirtmişlerdir.
Çanakkale Boğazı’nda devam eden deniz savaşları adeta sahnede oynanan
bir oyun gibi olmuştur. Çünkü boğazın her iki yakasında her hangi bir tepe
üzerinde duracak bir kimsenin, savaşın bütün detaylarını sonuna
kadar görüp seyredebileceği bir tarzda cereyan etmiştir.
18 MART saldırısına kadar hava, hemen hemen devamlı olarak bozuk
gitmiş, İtilaf donanmasına kıyılarımıza sokulma olanağını vermemiştir.
Türk ordusu bu fırsattan çok iyi yararlanmış, yıkılan tabyalarını
onarmış, toplarının bakımlarını yapmış, ve yeni takviyeler getirmeyi başarmıştır.
Bu dönem içerisinde îtilaf Devletleri donanmanın tek başına
Boğaz’ı düşüremeyeceğini anlamaya başlamış ve deniz harekatına paralel
olarak karadan da müdahale edecek şekilde kara kuvvetlerini
LİMNİ ADASI’NA yığmaya başlamıştır. Bu defa iş sıkı tutulmalıydı.
Bu maksatla MISIR’da bulunan İngiliz Generali MAXVELL’e de emirler
gönderilmiş “Ortadoğu harekat alanındaki bir çok kıtaların emrine verildiği”
bildirilerek bunların “Çanakkale’ye şevke hazır tutulmaları” istenmişti.
Bütün bu kuvvetlerin komutanlığına da HAMILTON tayin olmuştur.
Bu arada “Akdeniz İngiliz Donanması Başkomutanı “Amiral CARDEN
bu güne kadar cereyan eden savaşlardan dolayı sinirleri iyice bozulmuş
ciddi olarak sağlığını kaybetmiştir. Kendisini asıl bunalıma iten sorunların
başında Boğaz’da günün her saatinde mevzi değiştiren ve ele avuca sığmayan
Türklere ait hafif set bataryalarının hırpalayıcı ateşleriydi. Yoğun deniz
bombardımanıyla tam susturuldukları sanılan bu bataryaların bir kaç saat
sonra başka bir yerde yeniden ateşe başlamaları amirali çileden çıkarmaya
yetiyordu. Bu ve benzer olaylar nedeniyle düştüğü asap bozukluğu içerisinde
görevinden affedilmesini istemekteydi. Oysaki son üçüncü aşamaya ait plan,
bir kaç gün içinde uygulamaya koyulacaktı. Doktorlar kendisini muayene ettiler
ve “Ruhsal Çöküntü” tanısıyla derhal İNGİLTERE’ye geri gönderilmesinin
uygun olacağı yolunda raporlarını verdiler. Amiral LONDRA’ya
durumu bildirerek İNGİLTERE’ye döndü.
17 MART 1915 günü, Amiral CARDEN’in yardımcısı,
Amiral De ROBECK ertesi günü girişilecek son, büyük ve kesin taarruzun
komutanlığına getirilmişti. Onun başkanlığında 17 MART günü yapılan son
toplantıda 18 MART harekatı bir kez daha gözden geçirildi.
18 MART 1915 SAVAŞI: (Kroki-3’e bak)
18 MART 1915 günü, bundan 80 yıl önce Çanakkale’de ufukları ümit ve
zafer neşesi kaplayan bir fecir daha söktü. Dardanos’un toprak
kümbetinden ufku gözetleyen Mehmetçik, sayısı 18’e ulaşan çelik gömlekli
hayaletlerin, enginlerin buğusunda helecanlı siluetler çizerek
Boğaz’a yaklaştığını görüyordu.
Okyanusların bu fütursuz aşinalarına Türk topçusu toprak tabyalarından
mert ve asil bir karşılık daha hazırlamakla meşguldü.
Bu çelik hayaletlerin içinde, adını taşıdığı kraliçe gibi haşmet ve güvenle
ilerleyen QUEEN ELIZABETH zırhlısı, Marmara’dan kopup gelen MART
rüzgarının serin teması ile mest olmuşa benziyordu.
İtilaf donanması kesin sonuç almayı tasarladığı saldırı plânını 3 dalga
halinde şöyle düzenlemişti.
1. Hatta:
Modern zırhlılardan oluşan QUEEN ELIZABETH, AGAMEMNON, LORD
NELSON, INFLEXIBLE gemileri yer almış ve bu hattın sağ ve sol
gerilerinde de P. GEORGE ile TRÎUMPH gemileri bulunmaktaydı.
2. Hatta:
Fransız gemilerinden oluşan GAULOIS, CHARLEMANGNE, BOUVET
VE SUFFREN zırhlıları bulunmaktaydı. Bu hattın sağ ve sol
gerilerinde İngilizlerin MACESTİK gemisiyle SWIFTSURE bulunmaktaydı.
3. Hatta:
Bu hatta eski İngiliz zırhlıları yer almıştı :
Bunlar VENGEANCE, IRRESISTIBLE, ALBION, OCEAN olmak üzere iyi
bir hava, durgun bir denizde saat 10.00’da boğaza girmeye başladılar.
Saat 11.00’de ilk hat zırhlıları Çanakkale’ye 12 km. mesafedeki
önceden saptanan mevkilerine gelerek TRUMPH zırhlısının ilk mermisini
saat 11.15’te ateşlemesiyle bu günkü savaş başladı.
Düşmana ilk karşılık MESUDİYE ve DARDANOS tablalarından verildi.
Türk savunma planına göre gemiler topçuların menziline girinceye kadar pusuda
beklenecek ve menzil içine girer girmez baskın tarzında ateş açılacaktır.
Düşman Boğaz’da ilerledikçe menzillerine giren topçularımız ateş açıyor,
savaş giderek kızışıyor, çelik namlularda kibir ve inatla körüklenmiş
alevler yanıyor. Düşmanın dev cüsseli mermileri kudurmuş bir manda
gibi toprak tabyalardan hınç alıyordu.
O gün saat 12.00’ya geldiğinde ÇİMENLİK TABYASI’ndaki cephaneliğimiz
infilak etmiş, NAMAZGAH ve Anadolu HAMİDİYE Tabyaları yerle bir olmuştur.
Ama Türk topçusunun hedefini şaşmayan ilk mermileri AGAMEMNON
zırhlısını vurmuş, çelik zırhını parçalamıştır.
INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsünde yangın çıkmış diğer bir çok
zırhlılar isabet almıştır.
Bu sırada (Saat 12.00’de) ikinci hatta bulunan Fransız zırhlılarına Amiral tam
yol ileri emrini verdi. Bunlar ön hatları aşarak ileriye fırladı ve
ÇANAKKALE’ye 7 km. kadar sokuldu.
Savaşın en şiddetli saatleri yaşanmaktaydı. Türk topçuları boğazı
cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki Türk tabyalarını
hallaç pamuğu gibi atıyorlardı.
Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı, ağır yara alarak savaşamaz hale gelmiş
, BOUVET zırhlısı da Rumeli HAMİDİYE’sinden altığı tam isabetle ağır şekilde
yaralanmış, yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçarken saat
İ4.00’de ayağı, Boğaz’ın ateşten gerdanlığına takılarak aldığı mayın yarasıyla
bir kaç dakika içinde burnu havaya kalkmış ve ardından kıç üstü suya
kapanarak Boğaz’ın derinliklerinde gözlerden kaybolup gitmiştir.
Zırhlıda ki 639 kişi gemiyle birlikte dibi boylamıştır. İki dakika içinde cereyan
eden bu olay düşman donanmasında büyük bir şok yarattı.
18 MART savaşlarından daha önce, 7/8 MART 1915 gecesi
Dz.Yzb.Hakkı Komutasındaki NUSRET Mayın gemisi bütün ışıklarını
söndürerek inanılmaz bir cüret ve cesaretle Boğaz’da kum gibi
kaynayan düşman zırhlılarının arasından süzülmüş,
Karanlık Liman’a yanaşmış ve 26 adet mayınını bu sulara gayet planlı bir
şekilde ve tek sıra halinde dökerek gene geldiği gibi sessizce süzülüp
üssüne dönmüştü. Dz.Yzb.Hakkı’nın sulara bıraktığı mayınlar, düşman
gemilerinin daha evvelki savaşlarda da manevra sahası olarak kullandıkları
KARANLIK LİMAN’ın, ERENKÖY koyuna bakan sahiline paralel olarak
sıralanmıştır. BOUVET zırhlısı Yzb. Hakkı’nın azizliğine uğrayan ilk deniz
ejderi oluyordu. Ama işler daha bitmemiştir.
Batan Bouvet zırhlısının imdadına koşan SUFFREN, GAULOÎS aynı akıbete
uğramış bu zırhlının üzerine toplanan mermilerimiz onu da amansız
yakalayarak hırpalamış ve yüz geri püskürtülmüştür.
Ne var ki, kader ağlarını yavaş yavaş örüyor. Ve Yzb. Hakkı Bey’in kurduğu
tuzak işlemeye devam ediyordu. Saat 15.00’te başka bir mayına çarpan
IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.30’da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra
OCEAN zırhlıları tam ileriye atılacaklardı ki, onların da ayakları boşa gitti.
Mayına çarparak kendilerini bir ateş çukurunda bulup suda eriyen saman
kağıdı gibi bükülerek battılar.
INFLEXIBLE güçlükle çekilerek (Aldığı mayın yarası dolayısı ile)
İMROZ’a götürülmüş ve kıyıya, baştankara edilmiştir.
NUSRET’in mayınları meğerse ne güzel patlarmış.
Böylece 6 saat içerisinde üç büyük zırhlısını kaybeden ve bundan daha
fazlasının da Türk topçusunun hedefini şaşmayan mermileri altında, ağır
yaralar aldığını gören Amiral De ROBECK bu hezimet karşısında bütün moralini
kaybetmiş. “Ya şimdi sıra QUEEN ELIZABETH’e gelirse diye” düşünmekten
kendisini alı koyamayarak sırtında soğuk suların ürpertisini hissetmeye
başlamıştı.
Ağır yaralar alan gemiler birbirlerinin imdadına koşuyor, batan gemilerin
mürettebatını kurtarabilmek için sayısız tekneler sağa sola koşuşturup
duruyorlardı. Her halde mahşer denilen de böyle bir şey olmalıydı.
Donanmadaki bütün komutanlar arasında panik havası esmekte idi.
Amiral De ROBECK bugün, hayatının en uzun gününü yaşamaktaydı.
Bu ateş tufanından bir an evvel kurtulabilmek için “karanlığın çökmesini
dört gözle bekliyordu. Bereket versin ki
MART’ın akşam güneşi erken batmaktaydı.
Bu ölüm kalım savaşında Türk tabyalarında da önemli hasarlar meydana
gelmiş, saat 14.00’e doğru hiddetli bir yangın ÇANAKKALE ile KİLİTBAHİR’i
parmağına dolamış, muhabere hatlarımız parçalanmış, daha da kötüsü
akşama doğru bütün müstahkem mevkii komutanlığının elinde sadece
30 atımlık mermi stoku kalmıştır.
Savaşın en ağır yükünü çeken DARDANOS tabyasındaki açık ateş
mevziinden savaşa katılan 6 adet topun hepsi de saat 17.00’ye doğru
kullanılmaz hale gelmiş, hemen bütün eratı saf dışı olmuş, son anda
batarya Komutanı Ütğm. Hasan Hulusi ve takım subayı Trabluslu Tğm.
Mehmet Mevsuf hâla ateş edebilecek durumda kalan son iki topun başına
bizzat geçmişler ve her biri 8 erle kullanılan bu toplan iki subayımız tek
başlarına kullanarak ateşe devam etmişlerdi. Bu tabya ve çevresine düşen
top mermilerinin sayısı zaman zaman dakikada 400-500 atıma ulaşmaktaydı.
Bütün bu hengame içerisinde Türk tarafının kaybı 4 subay, 40 er ve 74
yaralıdan ibaretti. Buna karşılık İtilaf Donanması 1/3’nü kaybetmiştir.
(Zırhlılardan üçü batmış, üçü de uzun süre işe yaramayacak şekilde ağır
yaralanmıştır.) Saat 17.10’da Amiral DE ROBECK, artık yapacak birşey
kalmadığını görerek boynu bükük çekilme emrini veriyordu.
Bu şekilde sona eren 18 MART Savaşı’nın zaferle sonuçlandırılmasında
NUSRET Mayın Gemisi’nin ve onun kahraman Komutanı Yzb. Hakkı kadar,
DARDANOS bataryasının da payı vardır. 18 MART günü aslında bir
kahramanlık sıralaması yapmaya da olanak yoktur. Çünkü bütün
bataryalar onların subayları ve erleri hayatlarını hiçe sayarak gerçekten
ölüme meydan okuyup çarpışmışlardır. Ancak, DARDANOS Bataryasının
Boğaz’da işgal ettiği mevkii özelliği dolayısı ile çok ayrı bir yere sahip
olmuştur. Bütün kahramanlarımızın şahsında sadece bu bataryamızın
menkıbesine kısaca değinmek istiyorum.
DARDANOS Bataryası’nın Menkıbesi:
Bu batarya Çanakkale Boğazı’nda Karanlık Liman’ın kuzey bölgesine düşen
ve küçük bir dirsek yaparak Çanakkale şehrini arkasında saklayan bir tepenin
tam üzerinde, denizden birden bire yükselen (120 m. yükseklikte) önü ve
arkası sert yamaçlarla aşağı doğru inen bir arazi kesiminin üstünde açık
ateş mevziinde tertiplenmiştir. 6 Toptan oluşan bataryanın menzili
15 km. kadar olup Boğaz’ı girişinden itibaren ateş altında tutabiliyor.
Topların çapı 15 cm. olup seri ateşliydi.
Düşman donanması Boğaz girişindeki tabyaları tahrip ederek, içeri
girdikten sonra DARDANOS’un kahredici ateşi ile karşılaşmıştır.
Bu nedenle de Boğaz’daki bütün düşman gemilerinin baş hedefi olmuştur.
Batarya, tepenin en üst hattında açıkta mevzilendirilmiş olduğu için denizden
bakıldığında bu 6 topun silüyeti tamamen ufka düştüğünden uzaktan,
sanki kanatlarını açarak bir tepenin üzerine konmuş altı kartal gibi
görünüyordu. Gemi toplarının bunları saf dışı edebilmesi; her birini tek tek
tam isabetlerle nokta atışı yaparak vurmasına bağlı kalıyordu.
Bu ise denizde devamlı sallanan gemi topçuları için hiç de kolay bir görev
sayılmazdı. Düşman zırhlılarının DARDANOS’a gönderdikleri salvolar,
ya; yamacın ön yüzünde patlıyor ya da topların üzerinden ve aralarından
aşarak daha gerilerde paralanıyordu.
Akşam saatlerine doğru toplardan biri, namlusu içinde paralanan kendi
mermisiyle hasara uğramış, namlusu zambak gibi açılmış ve susup kalmıştı.
Diğer iki topun birer tekerleği, dingil başlarından kopmuş, birer dizini yere
vuran İzmir Zeybekleri gibi olduğu yerde kalmışlardır. Bir diğer topun kalkanı
ile namlusu arasına saplanan, ama şans eseri patlamayan bir düşman
mermisi o topu da göğsünden hançerlenen bir Dadaş heybeti ile yerine
mıhlamıştı.
Ayakta kalan diğer iki topun kalkanları lime lime olmuş ve akşam 17.00’ye doğru
bataryanın bütün erleri yaralanmış ya da şehit düşmüş ve bataryada ateş
edebilecek iki top ile iki subay ve bir sıhhiye çavuşu kalmıştı. Yaralı
Olmalarına rağmen her biri birer topun başına geçerek bütün kin ve
hırslarıyla namluya sürdükleri 15’lik mermileri düşman gemilerinin
suratlarının ortasına fırlatmaya devam ettikleri sırada bu iki topun orta yerinde
paralanan bir düşman mermisi bu iki kahraman subayımızı ağır yaralayarak
yere sermiştir. Durumu gören sıhhiye çavuşu koşmuş her iki komutanını
da bellerinden kavrayarak bataryanın sargı yerine doğru indirirken bu sırada
geri çekilme emrini alan gemilerden birinin attığı son mermi Üstğ. Hasan ve Tğm.
Mevsuf un hemen arkasında toprağa saplandıktan sonra patlamış ve
kabaran toprağın altında kalan bataryanın bu son kahramanları şahadet
mertebesine ulaşmıştır. Şimdi bu kahramanlar, DARDANOS Tabyasında
o gün şehit düştükleri, bu günde onların isimleriyle anılan
“Hasan-Mevsuf Şehitliğinde” ebedi uykularını uyumaktadırlar.
18 MART 1915 GÜNÜ AKŞAMI, güneş, Ege Deniz’ine gömülürken
tabyalardan ufku gözetleyen Mehmetçikler düşman zırhlılarının sayısının
12’ye düştüğünü müjdeliyordu.
SONUÇ:
– 18 MART, yersiz bir gururun Karanlık Liman’da boğuluşunun tarihlere
kaydedildiği bir gün olmuştur.
– Türk Denizcilerinin kahramanlığı ve Türk topçusunun hedefini şaşmayan çelik
yumruğu bu zaferin sağlanmasında başlıca rolü oynamıştır.
– 18 MART LONDRA’yı ODESA’ya bağlayan deniz yolunun
Karanlık limanda kaybolduğunun bütün dünyaya ilan edildiği gündür.
– 18 MART, İtilaf devletlerinin ve onların yenilmez sanılan
armadalarının son tarih denemelerinin bir başlangıcı olmuştur.
– TRUVA’nın koç boynuzu bugün kırılmış; CENEVİZ’in gemisi bugün
batmış; Hünkar İskelesi bugün yıkılmış, SEVR bugün çökmüştür.
Biz, tam 6.5 asır boyunca LOZAN’ı ALÇITEPE’de; Mudanya’yı,
CONKBAYIRI’nda bekledik.. MONTRÖ’yü, İMROZ’un önünde kucakladık.
– Osman oğullan Çanakkale Boğazı’nı kırık bir salla geçmiş,
VİYANA kapılarına dayanmışlardı. Fakat, 18 MART’ta ne Amiral
De ROBECK aynı yerden QUEEN ELIZABETH ile geçebilmiş ve ne de daha
sonra General HAMİLTON’un başı sarıklı mecusi neferi ilahi ateşte
tavlanan baltasını Ayasofya’nın kubbesine indirebilmiştir.
– 542 Yıl önce Fatih, Bizans’ı yaşadığı çağla beraber yere serdi.
18 MART’ta da torunları Çanakkale’de bir darbe ile Koca Çarlığı yere yıktı.
Kocası Deli PETRO’yu kurtarmak için PRUT suyu kenarında namusunu
Baltacı’ya veren KATERİNA, başındaki tacını da bugün bu kıyılan bekleyenlere
veriyordu.
18 MART 1915 SAVAŞININ SONRASI:
18 MART savaşını izleyen günlerde İngiliz Harp Kabinesi ve Amiral
De ROBECK Boğaz’ı zorlamaya devam etmeyi düşünmüşlerse de verdikleri
zayiatın kısa sürede yerine konulamayacağını anlayarak deniz harekatını
durdurmaya, kara ve deniz kuvvetlerinin hazırlıklarını tamamladıktan sonra
ileri bir tarihte GELİBOLU Yarımadası’na Anfibik kuvvetlerle ortaklaşa bir
harekat yaparak Boğaz’ı düşürmeye ve İstanbul’a ulaşma planlarını
bir kez daha uygulamaya karar verdi. Tarih 27 MART 1915.
Bölgedeki bütün gemiler MART’ın 22. gününden itibaren ayrılmaya başlamış
ve geniş liman imkanları bulunan İSKENDERİYE’ye hareket ettirilmişlerdi.
Yeni harekat için teşkilatlanma ve gemilerin çıkarma harekatına uygun şekilde
yüklenmeleri için hazırlıklar burada yapılacaktı.
Türk Komuta Heyeti, İtilaf Devletlerinin yukarıda açıklandığı şekilde ikinci
bir harekatın yapılabileceğini değerlendirerek Boğaz bölgesinde ve özellikle
GELİBOLU Yarımadası’nda gerekli askeri önlemi LİMAN VON SANDERS
komutasında ve Gelibolu’da 5’nci Türk Ordusu düşman çıkarmalarına karşı
kuruluşunu tamamlamış bulunuyordu.
Kur.Yb. Mustafa Kemal’in komutasındaki 19. Tümen de Bigalı-Maydos
bölgesinde 5’nci Ordunun ihtiyatını teşkil etmek üzere bölgeye gelmiştir.
Gelibolu Kara Savaşları 25 NİSAN 1915 günü sabahı fecirle birlikte
başlayacak ve İtilaf Devletleri bu savaş harekatında irili ufaklı 600’e yakın
savaş ve ticaret gemisinden oluşan, o tarihe kadar örneği görülmemiş bir deniz
armadasıyla GELİBOLU Yarımadası’na yükleneceklerdir.
En kanlı savaşlardan biri olarak harp tarihlerinde yerini bulan bu savaşta
taraflar yaklaşık 250’şer bin asker kaybedecek sonuçta savaş alanını,
Türk’ün zaferine terk ederek 8/9 OCAK 1916 günü son erine kadar
GELİBOLU’yu terk ederek çekip gideceklerdir.
Bu savaşlarda ve bütün savaşlarda yurtlan için canlarını veren aziz
şehitlerimizin ruhları önünde saygıyla eğiliriz.
NOT: Konu Çanakkale Savaşları olunca, Gelibolu Yarımadası’nı ve
Çanakkale Boğazı’nın her iki yanını kanlarıyla sulayan aziz ve kahraman
şehitlerimiz ve bu topraklarda can veren yabancı askerler için dikilen
çeşitli abidelerin resimleriyle bu abideler hakkında özet bilgileri, bu
tebliğimin sonuna eklemeyi yararlı görüyorum.
Kaynak: TURHAN OLCAYTU




ORCID Profilim
Hiç yorum yok
bizleri takip ettiğiniz için teşekkür ederiz